Sadece askeri alanda değil, aynı zamanda siyasi alanda da yürütülen bu mücadelenin hiç kuşkusuz en önemli dönüm noktalarından birisi de işgalci kuvvetlere karşı “ilk kurşunun” atıldığı ve askeri mücadelenin bittiği yer olan İzmir’di.
İzmir’in işgalinden itibaren ve işgal süresince organize bir şekilde çalışan kolluk kuvvetleri mensubu ve sivil üyelerden oluşan bir grup bu mücadelenin başarıyla sonuçlanmasında önemli roller oynadılar. İzmir işgal edilmeden önce özel bir görevle gelen Hasan Tahsin ve arkadaşları tarafından temeli atılan bu yapı, işgali takip eden günlerde hızla örgütlendi. İşgal süresince İzmir’de güçlü bir yer altı teşkilatlanmasına sahip olan bu örgütlenme askerler, gazeteciler, gümrük memurları, din adamları gibi geniş yelpazedeki asker ve sivillerden oluşmaktaydı. Bu teşkilatın görev alanı sadece İzmir’le sınırlı olmayıp tüm Yunan işgal bölgesini içine almaktaydı.
KURTULUŞTAN SONRA DOKUZEYLÜL SOYADINI ALDI
15 Mayıs 1919’da “kara güne” tanıklık eden bu kahramanlardan bazıları ise 9 Eylül 1922 de “ak güne” şahitlik ettiler. İşgal altındaki bir kentte büyük bir özveriyle, mücadele eden bu ekibin kimi üyeleri Hasan Tahsin örneğinde olduğu gibi “ilk kurşunu” atarak şehit olurken kimi üyeleri de gümrük memuru Fadıl Bey örneğinde olduğu gibi kurtuluştan sonra Dokuzeylül soyadını aldı.
Kurtuluş sonrası cumhuriyetin ilk yıllarında Müftü Rahmetullah Efendi.
İZMİR METROPOLİTİ HRISOSTOMOS’UN KARŞISINDAKİ İSİMLERDEN
Grup üyeleri içerisinde yer alan, genç yaşında şehit olarak hayata veda eden ve “Yıldırım” lakabı ile anılan Mülazım Kemal Bey’in yanı sıra işgal İzmir’inde yaptığı özel görevi nedeniyle “Gâvur” lakabına layık görülen ancak kurtuluştan sonra yaptıklarını hak edercesine Aksoy soyadını alan Mümin Bey de yer almaktaydı. İşgal İzmir’inin en karanlık figürlerinden biri olan İzmir Metropoliti Hrisostomos’un karşısında hem aydın din adamı hem de vatansever direnişçi kimliği yer alan İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi’de bu grubun önde gelen üyelerinden biriydi.
Mütareke İzmir’inin çok önemli isimlerinden biri olan Müftü Rahmetullah Efendi bir yandan din adamı kimliği ile işgal altındaki bir kentte görev yaparken öte yanda vatansever kimliği ile direniş çabalarının içinde canla başla mücadele eden isimlerden biriydi.
Müftü Rahmetullah Efendi, cumhuriyetin ilk yıllarında İzmir’de bir açılış töreninde.
VATANSEVER BİR MÜFTÜ: RAHMETULLAH EFENDİ
Rahmetullah Efendi, 1872 yılında İzmir’de doğdu, iptida ve rüştiyeyi bitirdi. Daha sonra Yozgatlı Hacı Mustafa ve Mansurizade Sait Efendilerden tahsilini tamamlayarak 1900 yılında icazetname aldı. İzmir Müftülüğü görevine 1 Kasım 1324 tarihinde İzmir Vilayeti Müftü Vekili olarak başladı. 12 Mart 1326’dan sonra da asaleten bu göreve getirildi. 2 Ocak 1332 ile 18 Nisan 1335 tarihleri arasında Adalar Kazası Tahrirat Naipliği göreviyle bir süre İzmir’den ayrıldı. Daha sonra 19 Nisan 1919 tarihinde tekrar İzmir Müftülüğü görevine döndü ve vefat ettiği tarih olan 28 Ağustos 1944 talihine kadar buradaki görevini sürdürdü. Uzun yıllar İzmir müftüsü olarak görev yapan Rahmetullah Efendi, 1934 yılında Soyadı Yasası çıktığında Çelebioğlu soyadını almıştır
Müftü Rahmetullah Efendinin mütareke İzmir’inde yer altı ve istihbarat elamanı olduğunu İzmir’deki yer altı yapılanmasının o dönemdeki en önemli isimlerinden birisi olan yakın çalışma arkadaşı Fadıl Dokuzeylül’ün anıları ve notlarından öğreniyoruz.
SOYADINI KURTULUŞ GÜNÜNDEN ALAN KAHRAMAN: FADIL DOKUZEYLÜL
İzmir’in işgal edildiği günlerde İzmir’de bulunan Fadıl Bey (1890-1979), işgali takip eden günlerde de İzmir’de güçlü bir yer altı teşkilatlanmasına sahip olan ve asker ve sivillerden oluşan Türk istihbaratının önemli bir üyesi olarak görev aldı.
Bu teşkilatın görev alanı sadece İzmir’le sınırlı olmayıp tüm Yunan işgal bölgesini içine almaktaydı. İzmir Gümrük Müdürlüğü’nde çalışan Fadıl Bey’in bildiğimiz kadarıyla bu dönemdeki en yakın çalışma arkadaşları ise Gavur Mümin olarak tanınan Mümin Aksoy, Gümrük Müdürü Agah Efendi, Gümrük Başmemuru Tahir Bey, İzmir’de Şark gazetesini çıkaran Halil Zeki Osman ve işgal süresince İzmir Müftülüğü görevini sürdüren Rahmetullah Efendi’ydi.
İşgal süresince Rahmetullah Efendi’nin Yunan İşgal kuvvetleriyle yürüttüğü temaslardaki tercümanlık görevini bizzat Fadıl Dokuzeylül üstlenmişti. İşgal İzmir’inin en karanlık günlerine tesadüfen eden bu süreçte üstlendiği vazife ve şahit olduğu tanıklıklar, bu döneme ait bilinmezlere ışık tutmaktadır.
Fadıl Dokızeylül’ün anıları işgalden takriben bir süre sonra başlayıp İzmir’in kurtuluşuna kadar geçen süre içerisindeki tanıklıklarını da içermektedir. Gizli, vatani ve milli bir vazife teklifi ile başlayan görevini ailesine dahi söylememiş ve büyük bir sorumlulukla hareket etmiştir. İki sene kadar süren bu süreçte yaşadıkları, işgal altındaki bir kentin yaşamına dair önemli ipuçları içermektedir.
Söz konusu anılar ve notların bir kısmı damadı büyük yazarımız Samim Kocagöz’ün ünlü eseri Kalpaklılar ve Doludizgin kitaplarında kullanılmıştır.
Müftü Rahmetullah Efendi.
SERBEST FİKİRLİ, CESUR, MİLLİYETPERVER MÜFTÜ
Fadıl Dokuzeylül “serbest fikirli, cesur, milliyetperver” olarak tanımladığı Müftü Rahmetullah Efendi ile ilk temasını anılarında şöyle anlatmaktadır.:
İşgalden bir müddet sonra idare amirim Salon Gümrüğü Başmemuru Tahir Bey, beni gizlice odasına çağırdı ve şunları söyledi:
“Size gizli fakat aynı zamanda vatani ve milli bir vazife teklif edeceğim. Bazı durumlarda çok tehlikelidir. Fakat siz de zaten benim gibi bu tehlike dairesinin içindesiniz. Rumca lisanına aşina olmanız ve arkadaşlarımız arasında en çok güvenilen kişi olarak tanındığınız için mevcudiyetinden sizin de haberdar olduğunuz gizli teşkilat size bir vazife verdi. Bunun için de sizi münasip gördüm. Bu vazifeyi hakkıyla yerine getireceğinize hepimiz kanıyız” dedi. Ben de peki, kabul ettim dedim ve ilave ettim; Beni böyle mühim ve milli bir vazifeyi ifa edecek kadar güvenilir bulmanız benim için iftihar sebebidir. Hayatım pahasına da olsa seve seve yaparım dedim.
O vakit Tahir Bey bana, “İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendiyi tanırsınız. O da sizi pekâlâ tanıyor. Zaten bir mahallede oturuyormuşsunuz, akşamları bir arada nargilelerinizi içiyormuşsunuz” dedi. Evet dedim ona büyük hürmetim var sebebi de ham sofulardan olmamasıdır. Serbest fikirli, cesur, milliyetperver ve sevimlidir.
Bunun üzerine şöyle devam etti: “Efendim, Müftü Hazretleri Rumca bilmez. Hâlbuki şimdiki vaziyet dolayısıyla her vakit birçok muhtelif Yunan Resmi Makamlarına müracaat etmek ve Müslümanların hukukunu müdafaa etmek mecburiyetindedir. Şimdiye kadar İzmir gençlerinden sizin de tanıdığınız Hasan Efendi namındaki zat bu vazifeyi fahri olarak yapıyormuş. Yalnız kendisi biraz boş boğazdır. Hâlbuki bu vazifeyi gören şahıs gayet ketum olmalıdır. Müftü Efendi bizden namuslu, ketum ve Rumcayı iyi bilen ve aynı zamanda biraz diplomatça hareket etmesini bilen vatanperver bir genç istedi. Müftülük makamının böyle geniş kadro ve tahsisatı yoktur. Bundan dolayı fahri çalışabilecek birisini istiyor, ne dersiniz?”
Hiç düşünmeden kabul cevabını verdim. Hâlbuki o anda Yunan İdaresi’nin Resmî Memuru sayılırdım. Teşkilâtımızı İstanbul Hükümeti de tanıdığı için aslî vazifemde, vazifemi de yerine getiriyor ve maaşımı alıyordum. Yeni evliydim, maaşım ancak ailemi geçindirebiliyordu. Kayınpederimin evinde iç güveysiydim. Müftü Efendi ile temasım aleni olacaktı, çünkü vazifem, sözde, yalnız tercümanlık olacaktı. Bu memlekette otuz seneden beri oturuyor ve memuriyetim dolayısıyla birçok yerli Rum ve Ermeni tacirler, simsarlar ve komisyoncular tarafından tanınıyordum.
Rahmetullah Efendi’nin uzun süre yaşadığı eve Konak Belediyesi tarafından hazırlanan plaket.
“AİLEMLE KIZIMIN MUKADDERATI İKİNCİ PLANDA ÖNCE VATAN”
Müftü Efendi ile girip çıkacağımız makamlar ve dairelerde gönüllü olarak vazife almış olan bu kimseler tarafından her vakit teşhis edilebilirdim. Buna rağmen o saatte hamiyet damarlarımın kabarması ve vatanın böyle müşkül zamanlarında her Türkün karşısına çıkacak en tehlikeli vazifeyi hayatım pahasına olsa bile seve seve deruhte etmesi lazım geldiğini düşünerek, inşallah faydalı olurum, ailemle kızımın mukadderatı ikinci planda kalsın, önce vatan dedim ve kabul cevabını teyit ettim.
İki gün sonra vazife başındayken Müftü Efendi Hazretleri cübbesini sallayarak karşıma dikildi. Ben hemen ayağa kalkıp selamladım: “Haydi bakalım oğlum seninle bir yere kadar gideceğiz” dedi. Müftü Efendinin ilmi kıyafetiyle salona girmesi orada vazifeli olan Yunan Jandarma, Bahriye silahendazları, gümrük kontrol memurları ve sivil istihbarat memurları tarafından görülmüştü. Fakat Yunanistan’da Müftülere ve onların makamına büyük bir paye ve önem verirler. Adeta kendi metropolitleri gibi kabul ederler. Onu bir otorite sayarlar, saygı gösterirler. Onun için mani olmadılar. Ben bir müddet kalkıp amirimden güya izin aldıktan sonra ona sormuşlar, amirim de Müftü Efendi Hazretleri bizim Başkâtibin komşusudur tercümanlık yapmak için Divanıharbe kadar gidip gelecekler diye cevap vermiş. İşte ilk temas böyle başlamıştı. Bu vazifem istirdada kadar devam edecekti.
Rahmetullah Efendi’nin evinin yanmadan önceki son hali.
KALPAKLI MÜFTÜ: RAHMETULLAH EFENDİ
Rahmetullah Efendinin ulusalcı duruşunu, İzmir işgale edilmeden önce ortaya koymuştu. İzmir’in işgalinin konuşulduğu günlerde İzmir Valiliğinde yapılan bir toplantıda Vali İzzet paşanın şehri teslim etme doğrultasındaki düşüncelerini karşı çıkmış ve direnilmemesini isteyen valiye, bembeyaz sakalını göstererek “Vali Bey, bu kanımla kırmızıya boyanabilir. Fakat alnımda Yunan alçağını sükûnet ve tevekkülle karşılamış olmanın karası olduğu halde huzuru ilahiye çıkamam” diye bağırarak toplantıyı terk etmiştir. Bu olaydan kısa bir süre sonra da Rahmetullah Efendi’nin emriyle şehirdeki tüm camilerden sala verilmek suretiyle halk durumdan haberdar edilmiştir.
Yine aynı şekilde İzmir işgal sürecinde önemli bir yere sahip olan Maşatlık mitinginde görev alarak yaptığı konuşma ile halkı cesaretlendirmiştir.
Fadıl Dokuzeylül’ün anılarından Müftü Rahmetullah efendinin işgal süresince İzmir’deki işgalci Yunan idaresine karşı Türk ve Müslüman halkın haklarını korumak için girişimlerde bulunduğunu masum bir çok Türkün haksız yere idam ve cezalandırılmasının önüne geçtiğini öğreniyoruz:
Tarlasından, dükkânından, işinden, evinden ve sokaktan haksız ve kasten (Kemalist) yani Kemal taraftarları damgası vurulup yakaladıkları zavallı masum dindaşlarımızdı. Karşılarında çarıklı cübbeli ve sakallı olan Müftü Efendiyi ve fesli olarak da beni görünce bizi bir kurtarıcı gibi telakki ederek hep bir ağızdan “Allah aşkına kurtarın bizi Müftü Efendi, beyefendi Allah aşkına olsun” diyerek bize yalvarmaya başladılar. Manzara cidden feciydi. Fakat elden ne gelir. O esnada Müftü Efendi, Garnizon Kumandanının yanına gitmek üzere yürüdü. Ben bir adım geri kalarak bu yürekler parçalayıcı manzara karşısında metanetimi ve soğukkanlılığımı muhafaza ederek esirlere el işaretleriyle merak etmeyin Müftü Efendi hazretleri sizin için çalışıyor diye onları teselli ettim. Bunu mukabil binlerce kişinin ağzından “Sağ ol, Allah sizden razı olsun” sedaları yükseldi.
Esirleri aldık. Üst baş perişan, cepkeninde beş paraları yok, kim bilir kaç zamandan beri orada toprak üstünde yatıp kalkıyorlar, arayan soran yok. Bereket versin Müftü Efendiye. Bunlar Balıkesir taraflarında yakalanmışlar. Kabahatlerini bilmiyorlar. İçlerinde bir de imam var diğerleri köylü, amele rençper. Aylarca Divanı Harpte sorguya çekilmişler, işkencelere maruz kalmışlar. Yolda her ikimize de hayır dua ediyorlar. Müftü Efendi evvelden de işaret ettiğim gibi vasıtalara binmez hep yayan gider. Zaten bu gibi yerlere zarf edilecek tahsisatı yoktur. Yine yayan olarak birinci kordonu kat ederek pasaporta geldik. Öğle olmuş. Bunlar hem yorgun hem aç ne yapalım? Yine vazifeye devam. Müftü efendiye dedim ki bunlar ne olacak. Cevaben dedi ki: “Oğlum ben bunları İstanbul’a sevk etmek şartıyla kurtardım sen de ona göre icabına bak. Bunları İstanbul’a giden bir vapura bindireceksin oradan artık yerlerine giderler.” Şimdi de son vazife, hemen tertibat aldık, para topladık, ekmek, helva aldık. Karınlarını doyurdular. Fakat bugün vapur yok, nerede kalacaklar. Onu da hallettik. Nöbetçi muhafaza memuru zaten bizden. Bu akşam burada kalacaklar. Eşya muayene olunan bankoların üstünde sabahlayacaklar. Şimdi acentelere koştum hepsi tanıdık. Altı kişi için yarım naylon bilet temin ettim. Tabii bunların parasını yine memur arkadaşlardan, kolcu ve hamallardan, kayıkçılardan temin ettik. Ertesi gün vapura bindirip İstanbul’a yolladık.
İzmir’deki yeraltı teşkilatının önemli isimlerinden büyük yazar Samim Kocagöz’ün kayınpederi ve işgal dönemi İzmir’inde Müftü Rahmetullah Efendi’nin hususi katibi.
ÇOK SAYIDA TÜRKÜ NASIL KURTARDI
Rahmetullah Efendinin eşi İkbal Hanım’ın kız kardeşinin torunu rahmetli Prof. Dr. Güngör Nişli’den aldığım bilgilere göre göre, Rahmetullah Efendi Yunanlılara, İzmir’deki İslam cemaatinin lideri olarak Türkleri cezalandırmadan önce kendisinin de fikrinin alınmasını kabul ettirmiştir. Bu yetkisini kullanarak çok sayıda Türkü Yunanlıların elinden kurtarmıştır. Yıllar sonra bile, kurtulan kişilerin yakınları tarafından Rahmetullah Efendinin evine ziyaretler devam etmiş, minnettarlıklarını bu şekilde göstermeye çalışmışlardır.
Tek görevleri tabii ki bu değildi. Yine hususi kâtibi ile birlikte Yunan resmi makamları ile yaptıkları görüşmelerde Fadıl Dokuzeylül’ün anılarında anlattığı gibi “Müftü Efendi önde ben arkada odaya girdik. Çok geniş ve uzun bir salondu. Kapının sol tarafında bir yazıhane, iki koltuk, karşıki duvarda boydan boya bir Anadolu haritası, üzerinde ufak ufak Yunan ve Türk Bayrakları iğnelerle tespit edilmişti. Bunlar cephedeki askeri durumu gösteriyordu” anlatımında olduğu gibi gördükleri ve tespit ettikleri bu durumu Mustafa kemal Paşa’ya aktarıyorlardı.
Rahmetullah Efendi mütareke İzmir’inde şehrin Türk ve Müslüman kimliğini bir din adamı olarak koruma ve kollama görevini dışında önemli haber alma görevlerini yerine getirdiğine ilişin bir başka kanıtta Nurettin Paşa tarafından, 30 Nisan 1923 tarihinde, Mehmet Rahmetullah Efendi’ye yazılan bir mektuptur. Dr. Necati Fahri Taş, Nurettin Paşa ve Tarihi Gerçekler adlı kitabında, ‘’Nureddin Paşa bu mektubu, Milli Mücadele’nin başında engin hizmetlerde bulunan, düşmanla, Ankara arasında irtibat sağlayıp, milleti için casusluk yapan İzmir Müftüsü Rahmetullah’a yazmıştır” ifadesini kullanmaktadır.
İzmir’in kurtuluşundan sonra şehrin yeniden imar edilmesinde ve çağdaş yeni bir Türk devletinin kurulmasında önemli görevler üstelen Müftü Rahmetullah Efendi, Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım’ın vasiyetinde hazır bulunmuş ve Zübeyde Hanım’ın Mustafa Kemal Paşa’ya vefatı sonrasında verilmesini vasiyet ettiği yüzüğü Zübeyde Hanım’ın vefatı sonrasında kendisine teslim etmiştir.
Fadıl Dokuzeylül’ün Kokluca’daki mezarlığı.
MUSTAFA KEMAL’İN NİKAHINDA YER ALDI
İzmir’in ve ülkenin kurtuluşunda Mustafa Kemal Paşa’ya önemli bilgiler aktararak büyük katkılarda bulunan Müftü Rahmetullah Efendi Mustafa Kemal Paşa’nın Latife Hanım ile evlenmesinde de önemli bir şahitliğe sahiptir. Müftü Rahmetulah Efendinin yakın akrabası rahmetli Prof. Dr. Güngör Nişli’nin bana anlattıklarına göre, Mustafa Kemal Paşa 29 Ocak 1923’deki nikah öncesinde Müftü Rahmetullah Efendi ile görüşmüş, ona “Nikâh nedir?” diye sormuştur. Müftü Rahmetullah Efendi de de “Nikâh bir akittir, şahitler huzurunda verilen bir sözdür.’’ yanıtını vermiştir. Atatürk, nikâh esnasında yapılan diğer uygulamaları sorduğunda ise müftü, “Onlar daha sonra çıkmış uygulamalardır, dini olarak hiçbir değeri yoktur. Önemli olan iki kişinin şahitler huzurunda karşılıklı söz vermesidir” bilgisini almıştır.
Müftü Rahmetullah efendi Mustafa Kemal Paşa ile Uşakizade Latife Hanım arasında 29 Ocak 1923’de bugünkü Uşakizade köşkünde kıyılan nikah töreninde hazır bulunmuştur.
Müftü Rahmetullah Efendi’nin yapılmadan önceki mezarının hali.
MEZAR ASLINA SADIK KALARAK YENİLENDİ
Müftü Rahmetullah Efendi 28 Ağustos 1944 tarihinde İzmir’de vefat etmiştir. Cenazesi Basmane Semtindeki, Hatuniye Mahallesinde yer alan evinden kaldırılmıştır. Cenaze namazı resmi törenle Alsancak Hisar Camiinde kılınmış, Kokluca Mezarlığına defnedilmiştir. Uzunca süre bakımsız ve sahipsiz kalan mezar, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından aslına sadık kalarak yeniden yapılmıştır.
Eşi ve kızının vefatı sonrasında vefat ettiği ve tarihi öneme sahip olan evi İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından satın alınıncaya kadar metruk bir şekilde kalmış ve bahçesi otopark olarak kullanılmıştır. Restore etme ve müze yapma girişimleri sonuçsuz kalmış ve bu sene başında çıkan bir yangınla kullanılmaz hale gelmiştir.
Umarım ki İzmir’in kurtuluşunda ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşunda önemli bir rol oynayan aydın kalpaklı müftümüzün mezarının başına bir kaide ile birlikte varlığı için mücadele ettiği kırmız beyaz bayrağımız asılır ve evi de mütareke İzmir’inin yaşadığı acıları gösterecek bir şekilde “Kara Günden Ak Güne” yaşananları gösterecek bir müze haline getirilir.
Ruhları şad olsun, vatan her daim var olsun.
Not: Yazıda kullanılan görsel malzemeler aile üyelerinden alınmıştır. Artık vatana mal olmuş bu kahramanların görselleri kaynak gösterilerek kullanılabilir.
Dr. Ahmet Mehmetefendioğlu